31 Mart 2010 Çarşamba

ARSENAL:2-BARCELONA:2


Futbol daima içinde barındırdığı ilginç hikayeleriyle mevcut olan çekiciliğini üst düzeye çıkarmıştır.Beckham'ın Old Trafford'a geri dönmesi,Ronaldinho'nun bir kez daha farklı bir formayla Santiago Barnabeu'ya çıkması,Mourinho'nun hiç kaybetmediği Stamford Bridge'de gene kazanması,Münih-Manchester finaline son dakika golü ile yapılan gönderme ve son olarak bugün Ertem Şener'in söylemiyle Henry'nin "ilk kez", 1 sene ter akıttığı Emirates'e Barcelona formasıyla çıkması ile bu aralar nostalji yapmakla meşgul...


Tabi futbolun Henry'yi Emirates'e çıkarması bu gecenin tek anılarda yolculuğa çıkaran hikayesi değildi bizleri,bir de 2006 finali vardı iki takımın,Barcelona'nın 2-1kazanarak uzun bir aradan sonra kupayı İspanya götürdüğü final.Bir nevi rovanşıydı bu geceki maç o finalin,Arsenal adına intikam vakti gelip çatmıştı lakin o günden bu güne Arsenal eski gücünden ne kadar uzak ise Barcelona da o gün ki halinden bir o kadar güçlü.İki takımında pasa dayalı yüksek tempolü ve bol pozisyonlu zevkli oyun anlayışları bu maçı Çeyrek Final eşleşmerinin belirlendiği gün kağıt üzerinde en zevkli olması beklenen maç olarak büyük bir iştah uyandırıyordu.Neyse ki iki takım bu gece emsali büyük maçlarda yaşanan hayal kırıklığının çok ötesinde bir futbolla Einstein'nın İzafiyet Teorisini doğrular bir "bir dakikada" geçen 90 dakika ile beklentileri tam anlamyla karşılamıştır.



Ne başlangıçtı ama, ev sahibi ilk 15 dakika kendi sahasına hapseden,gol atmak için her şeyi deneyen,bir tutam beceriksizlik çokça rakip kalecinin devleşmesi ile yoldayım diyen golün bir türlü gelmemesi,bu baskıyı kuran takım Barcelona olunca şaşırılıcak bir durum olmuyor lakin bu sene büyük takımlarla oynadığı her maçta gardı çabuk düşen ve bir anda 3'lük olan Arsenal'i bu direnme çabası takdire şayan olmasının yanında maçın şaşırılması gerek unsuruydu.Barcelona'nın bunaltan baskısına rağmen Arsenal'in ortadan ve soldan yaklaşamadığı Barcelona kalesine sağ kanattan kesme toplarla pozisyon yaratmaya çalışması cılız bir çaba olarak değerlendirilebilirsede,22. dakika da Nasri'nin soldan vurduğu plase topla golle burun buruna kaldığını söyleyebiliriz.Fakat ne komiktir ki 30. dakikaya girildiğinde Nasri'nin bu kaleyi bulmayan şutu Arsenal'in takım halinde ki tek şutu olurken aynı dakikada Barcelona'nın 12 şutundan 6'sı Arsenal kalesini bulmuştu ve bu şutlar %100'lük gol diye tabir edilen tehlikeli şutlardı.Topla oynama yüzdesinin 70'e 30 Barcelona da olması ise artık klasikleşmiş bir durum.40.dakika da sakatlanmasıyla uzun bir aradan sonra gözüken Gallas'ın oyundan çıkması Arsenal için iyi gitmeyen işlerin ikinci yarı daha da zorlaşacağının işareti idi.







İkinci yarı başlarken ilk yarı yediği dayağın arasına giren devre arasından yeni çıkmış olan Arsenal'in başına gelebilecek en kötü şey oldu ve hemen devrenin 30.saniyesinde bana göre Avrupa'nın geriden en iyi oyun kuran oyuncusu Pique'nin uzun topunda ilk yarının "kahramıyla" karşı karşıya kalan ilk yarının "beceriksizi" kahramanın üzerinden aşırtığı top ile Barca'yı Londra deplasmanında 1-0 öne geçirdi.Bu golün akabinde Clichy'nin ortaya kestiği topu turun kaderine etki etmesini beklediğim oyunculardan Arsene Wenger'in merkez forvette görev verdiği Bendtner Valdes'in üstüne vurunca Arsenal beraberlik şansını kaçırdı,atağın devamında ise Xavi kötü bir kafa vuruşuyla Barca adına 2. golü.Aynı Xavi dakikalar 58'i gösterdiğinde Vermaalen'in zamanlaması hatasını çok iyi değerlendirip Arsenal defansının arkasına sarkan Zlatan Ibrahimovic'i buldu,Ibra da Barça adına 2. golü.Bu golden hemen sonra Arsene Wenger'den Walcott hamlesi geldi,Barcelona defansının en zayıf halkası olan Maxwell'in kanadından arkaya sarkmak isteyen Walcott ilk denemesinde muvaffak olamadığı koşuyu Bendtner derin topunda ikinci seferde başardı ve maçta skoru 2-1'e getirerek Arsenal'i ateşleyen oyuncu oldu.Golden sonra solda maden bulan Arsenal burayı zorlamaya başladı,75'de kontrada Messi'nin 3. golü kaçırdığını ya da Almunia'nın gene izin vermediğini pozisyon kendisi gibi araya sıkıştırayım.83. dakika da merkez forvet oynayan Bentner den görmeye alışık olmadığımız bir "akıl pasıyla" Fabregas Puyol'a penaltıyı yaptırdı ve golü atarak skoru 2-2'ye getirdi.Bu penaltı da Puyol'un gördüğü kırmızı kart Pique'nin de oynamayacağı düşünülürse rövanşı bir hayli çekici kılıyor.Barcelona'nın 10 kişi oynadığı yaklaşık 10 dakikada penaltı pozisyonunda sakatlanan Fabregas'ın sakat sakat oynaması Barcelona'nın bu denli iyi oynadığı maçı 2-2 bitirebilmesinin en büyük nedeni.Ve tabi ki Barcelona gibi bir takım bu kadar iyi oynarken maçı neredeyse kaybetmesi futbolun peşinde olan milyonların bu oyuna neden bu denli tutkuyla bağlı olduğunun cevabı.Bu arada dün Rooney,bugün Fabregas,heralde bir Chelsea'li bundan daha iyisini hayal edemezdi...



Sonuç itibariyle muthiş geçen bir maç gene müthiş olması yüksek ihtimal bir rövanş bizleri bekliyor,başka gezegenden futbol oynayan bu adamları izlemek hem keyif hem de acı veriyor.Bol nostalji sosuyla devam eden Şampiyonlar Ligi'nin gün itibariyle Barcelona'nın berabere kaldığı bir Londra deplasmanıdan daha maçı 11 kişiyle bitiremeden ayrılmasını ayrı bir yere not edelim,bakarsın bir gün lazım olur.

30 Mart 2010 Salı

CLASH OF THE VOLKANS


29 Mart 2010 Pazartesi

HOW TO DRAW THE THING



Haydi Daş Adam çizelim.

GALATASARAY:0-FENERBAHÇE:1


Gün mahallemizi ve ormanımızı rant arazisi haline getirmeye çalışan zihniyete karşı haklı tepkimiz olan 3.Köprüye Hayır eylemine,Güneş'in eşlik etmesiyle hani o haber bültenlerinin Ortaköy civarında ki vatandaşların mutlu görüntülerinden oluşturarak derlediği ve "İstanbul'lu kendisini sahile" attı cümlesiyle başlayan "Bahardan kalma" ya da "Baharın habercisi" şeklinde tarif ettiği hoş bir hava ile başladı ben ve her İstanbul'lu için.Nasıl ki gün başında ki Güneş'i ve güzel havayı "haklının yanında" şeklinde yorumlayıp adeta bir hisli yazar gibi meteforlaştırdıysam,aynı Güneş'in aniden bizi terk etmesini,güzel olarak nitelendirdiğim havanın yerini sağanak yağmura bırakmasınıda meteforlaştırdım ve hayra değil tabi ki şere yordum.Acaba kapanan bu puslu hava uyandığımdan beri aklımın bir köşesinde bulunan derbi maçın Çubuklu tarafı için kötü bir anlamamı geliyor diye düşünmedim değil sanki dünya sadece benim etrafımda dönüyormuşcasına,Bayan Baskette ezeliye kupayı kaptırmamızı da bir işaret olarak yorumladım neyse ki benim şom düşüncülerim gün sonunda haklı sevincime ortak olan mutlu düşüncelerime yerini bıraktı.





Maç geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Galatasaray eski başkanı Özhan Canaydın için hazırlanan muhteşem pankart eşliğinde yapılan saygı duruşu ile başladı.



Emre'nin yokluğu bizim için dezavantajdı hem de rakibin lige namağlup devam ettiği kendi sahası zorlu Sami Yen deplasmanında ama daha önce bir çok kez özellikle Galatasaray maçlarında Alex'in yokluğunda ortaya çıkan dezavantajları avantaja çeviren bu takımın,yılın Fenerbahçe adına açık ara en formda futbolcusunun olmadığı maçta ekstra işler yapması gerekiyordu,fakat ilginçtir ki Topal'a Alex'i birebir marke görevi veren Rijkaard Fenerbahçe adına yapılması gereken ekstra eforu bu hamlesiyle gereksiz kılmıştır.Pasa dayalı defansiz oyun sistemi benimseyen Fenerbahçe orta sahası karşısında etkisiz kalan Sarp ve Elano ileri üçlü ile bağlantı kuramayınca iş Neill'in uzun toplarını top yekün saldırmayı benimseyen Galatasaray ileri üçlüsüne ulaştırmasına kaldı.Özellikle 10.dakikadan sonra oyunu dengeleyip orta saha üstünlüğünü bariz bir şekilde ele geçirip,karşı kaleye gitmeye başladık lakin maç her şeye rağmen Gökhan Gönül'ün fahiş hatası nedeniyle Galatasaray'ın 1-0 üstünlüğü ile başlayabilirdi,burada ki şansımız topu kapan oyuncunun Mustafa Sarp olması ve henüz 30.saniye olmasına rağmen maça tam konsatrasyonunu gösteren Fenerbahçe defansı.ilk yarıdaki son tehlikeli Galatasaray akını olan Gio'nun soldan içeri katetip ortaya çıkardığı toptan sonra önce Vederson'un güzel ara pasında karşı kalede tehlike yaratan Guiza önce kendisine ardından bulduğumuz iki pozisyonda da yardımcı hakemlerin ilginç kararlarına takıldı.Aynı yardımcı hakemlerin Galatasaray'ın 3 oyuncusuyla 2 metre açık ofsaytlarını görmemeleri de ayrıca bir enteresan.Vederson'un soldan Alex'in pasında bindirip laçka ettiği toptan da sonuç gelmeyince ilk yarı 0-0 bitti.



İkinci yarı gene atak yapmayı düşünen bir Galatasaray ve rakibi karşılamayı düşünen bir Fenerbahçe vardı sahada,orta sahada yaptığımız bolca pas karşı kale önünde eriyen ataklarla sonuçlanıyordu ki bunun en büyük nedeni Emre'nin yokluğu ve takımın yaratıcılıkta sadece Alex'in ayağına bakması.Galatasaray orta sahasınında bizden altta kalır yanı yoktu üretkenlikte,lakin Neill Galatarasay'lı orta saha oyuncularının yapamadığı uzun bir topla Jo'yu bulması,Jo'nunda topu geriye çıkartması Galatasaray'ı golle burun buruna getirdi,topun sağdan süzüle süzüle dışarı çıkması ya bizim şansımız ya da Gio'nun vuruşunun kifayetsizliği,iş yorum farkına bakıyor,tek gerçek ise pozisyonun gol olmaması.Dakikalar 70 gösterdiğinde Rijkaard bana göre Topal'ın adam markajından daha büyük bir hata yapıp her ikili mücadelede Lugano'dan top alabilen Jo'yu çıkartıp Baros'u oyuna aldı.Aynı dakikada Selçuk'un Alex'i marke etmekle görevli Topal'ın olmadığı bölgede elini kolunu sallayarak 35 metreden çektiği şutun gol olması Baros'un zaten oyunu geride kabul eden Fenerbahçe orta sahası ve defansı karşısında ki etkinliğini sıfıra indireceğinin habercisiydi.Maç başından beri beklediğimden soğuk kanlılıkla oynayan ve 2005-2006'da Nobre'nin golüyle 1-0 kazandığımız maçı andıran bir performans ortaya koyan takım aradığı golüde bulunca tek yapması gereken kalan süreyi eritmekti.Yediği golden sonra panik değişikliğine giden Galataray'ın bizim maçlarda normal haliyle bile etkisiz olan Arda'yı sakat sakat oyuna alması gecenin Galatasaray cephesi adına yapılan 3. hatasıydı.Nasıl bir atılan gole değin sadece Alex'in ayağına baktıysak Galatasaray da yediği golden sonra sadece Keita'nın ayağına bakar oldu,maç boyunca zaman zaman epey bir etkili olan Keita bu dakikalarda ilk maçta olduğu gibi önce Vederson duvarına ardından o zaman Carlos'un yaptığı sol bek rolünü şimdilerde layığıyla yerine getiren Santos duvarına çarpması Keita tehlikesini bizim adımıza sol kanattan bertaraf etti.Gerçi Keita 90.dakika da maç boyunca mükemmele yakın bir oyun sergileyen defans göbeğinden çektiği harika şutla takımına 1 puanı getiriyordu ki kalecilik yapmayı hatırlayan Volkan kendi tabiriyle yediği bir başka "jeneriklik gole" izin vermedi ve 2 puanı kurtaran adam oldu.



Geçen haftaki Gaziantep maçında ""Ne eksiği ne fazlası,Fenerbahçe'nin ligin kalanında oynayacağı futbol budur.Diyarbakırspor maçı ile başlayan kriz süreci minimum pozisyon vermeye çalışan,attığı 1 gole yatan,rakibi pressle sindirmeye çalışan bir Fenerbahçe yarattı.Bu düzenin Lugano'nun da katılımıyla gol yememek adına güdülen düşünceyi şimdiye kadar layığıyla uygulayabildiğini söyleyebiliriz ama gene bu anlayışın en büyük dezavantajı atılması gereken galibiyet golü için gereken pozisyonlarında minimuma düşmesi,artık Fenerbahçe girmiş olduğu yarım pozisyonlardan bile bir gol çıkarmak mecburiyetindedir yoksa ligin her maçı geçen hafta yaşadığımız Gençlerbirliği maçından öteye gitmesi paranormal aktiviteye girer."" demiştim,takımda tam da dediğimi gerçekleştirip yarım pozisyonda tam gol atarak 3 puanı hanesine yazdıran taraf oldu,o yüzden maçtan sonra Fenerbahçe'nin bu oyununu süpriz görüp "Anadolu takımlığıyla" iliştirenler halt yemişler.



Sonuna kadar hak edilmiş bir 3 puanla hala uzak gördüğüm Şampiyonluk yolunda önemli bir adım.Maçın Fenerbahçe adına öne çıkan adamları Lugano,Bilica,Santos,son dakikada yaptığı kurtarışla Volkan,attığı golle Selçuk,Alex ve Vederson.Maçın adamı bana göre Bilica,hayal kırıklığı ise Özer,kendisinden Keita efektikliğinde bir oyun beklemiyordum ama bu denli etkisiz kalacağını beklemiyorum.Gerçi hem yaşı hem de daha önce Galatasaray'a karşı harika bir maç çıkartıp ortadan kaybolan Kemal örneği göz önüne alındığında varsın bu maç hayal kırıklığı yaratsın diyorum,henüz onun kendisini kanıtlamak için uzun yıllar var önünde.Galatasaray tarafında ise öne çıkan isim şüphesiz Keita ve maçın belli bölümlerinde Gio.Yanlız Keita için ek parantez açmak istiyorum,muhteşem bir oyuncu her an her şeyi yapabilecek bir potansiyeli var ve maç boyunca bizi en fazla zorlayan adamdı ama bütün bu iyi özellikleri yanında çirkefliği ve Oscar'lık performanlarına anlama veremiyorum.Şimdi düşününce Galatasaray'ın ligdeki ilk maç olan Gaziantep'te havale geçiren Keita'nın rol yaptığından şüphelenip o gün yaşadığım endişeden dolayı kendimi aptal gibi hissediyorum.Bir antiparantezde Volkan'a evet ezeli rakip,evet Sami Yen deplasmanı ama hiç olmazsa Özhan Canaydın'ın kaybedildiği haftanın akabinde Çubuklu'ya gölge düşürücü hareketler yapma,ayda yılda kalecilik yapacağın tutmuş onuda topu kıçınla kontrol ederek antipatiye çevirme,kalın herif.



Sözün özü her zaman ki gibi Geldik,Gördük ve Yendik.İlk maçtan sonra bunun Sami Yen'i var diyenlere selam olsun,maçtan sonra Kanaryam şarkısını dinleteceğiz diyenlere selam olsun,Keita'dan sizi darmadağan edeceğinden korktuğunuz için ceza almasını istiyorsunuz diyenlere selam olsun,Sam Yen atmosferinden çekindiğiniz için "münferit" olaylardan nemalanmaya çalışıyorsunuz diyenlere selam olsun.Sağda solda "İki Acılı İskender" videosu yayınlayanlara selam olsun,onlar dışında ki Galatasaray'lı dostlarımı tenzih ederek cümlemi bitiriyorum.

ÇUBUKLU'DAN SEVGİLERLE

27 Mart 2010 Cumartesi

I HATE MANURE



İzleyen bilir,bilen bilir!

26 Mart 2010 Cuma

ALIEN VS POOH





















Bu edebi eserin hepsini okumak içün buraya tıklayınız.

21 Mart 2010 Pazar

FENERBAHÇE:1-GAZİANTEPSPOR:0




Ne eksiği ne fazlası,Fenerbahçe'nin ligin kalanında oynayacağı futbol budur.Diyarbakırspor maçı ile başlayan kriz süreci minimum pozisyon vermeye çalışan,attığı 1 gole yatan,rakibi pressle sindirmeye çalışan bir Fenerbahçe yarattı.Bu düzenin Lugano'nun da katılımıyla gol yememek adına güdülen düşünceyi şimdiye kadar layığıyla uygulayabildiğini söyleyebiliriz ama gene bu anlayışın en büyük dezavantajı atılması gereken galibiyet golü için gereken pozisyonlarında minimuma düşmesi,artık Fenerbahçe girmiş olduğu yarım pozisyonlardan bile bir gol çıkarmak mecburiyetindedir yoksa ligin her maçı geçen hafta yaşadığımız Gençlerbirliği maçından öteye gitmesi paranormal aktiviteye girer.Tam da ceza sahasına girmekte ve haliyle pozisyon üretmekte bu kadar zorlandığımız bir maçta ceza sahası dışından atılacak güzel bir şutla kazanılacak bir maçtı,bu bağlamda ve ligin bizim adımıza geri kalan maçları düşünülünce bu golü Henry'den rol çalan Guiza'nın harika bir plase ile yapması ironizme olan hizmetinin yanında son derece manindardı da.

Emre istekli ama aşırı hırslıydı(her zaman ki gibi),Alex orta da yoktu,Özer ve Mehmet Topuz vasattı,Santos idare etti,Lugano ve Bilica takım ortalamasına vurulduğunda içgüveysinden bir hayli halliceydilerdi.Gol yemeden geçirilen 3.maç,3 puanla kapatılan bir Cumartesi erkenden yapılan gece planları için iyimser senaryoya uygun bir final,şimdi beklenen rakiplerin puan kaybı.Artık ak kedi kara kedinin bizim için ortaya çıkacağı bir haftaya giriyoruz,umarım haftanın sonu bu gece için yaptığımız iyimser senaryonun bir benzeri olur,olmaması ise yeni kriz planları doğurur...

19 Mart 2010 Cuma

ÇİZGİ PROPAGANDA-7



Çizgi Propaganda'nın 7. serisi,hep gavurlardan gidecek değiliz ya birazda bizim havalar çalsın.

ŞAMPİYONLAR LİGİ ÇEYREK FİNAL EŞLEŞMELERİ




Çeyrek Final kuraları çekildi,eşleşmeler aşşağıda ki gibi şekillendi:

Olympique Lyonnais (FRA) v FC Girondins de Bordeaux (FRA)

FC Bayern München (GER) v Manchester United FC (ENG)

Arsenal FC (ENG) v FC Barcelona (ESP)

FC Internazionale Milano (ITA) v PFC CSKA Moskva (RUS)


Eşleşmeleri tek tek değerlendirirsek

OLYMPIQUE LYON-BORDEAUX:

Nihayet Fransızlara Monaco'dan sonra Yarı Final,kim bilir belki de Final şansı geldi.Şampiyonar Ligi'nin gediklisi Lyon geçen senenin Fransa şampiyonu bu senenin flaş takımı Bordeaux karşısında.Lyon yıllardır kovaladığı ve bir çok antrenörüne mal olan Şampiyonlar Ligi Yarı Finali'ni bu aşamada 4. kez kovalayacak.2003-2004 de ilk Çeyrek Finalinde o senenin Şampiyonu Porto'ya,2004-2005'de PSV'ye,2005-2006'da Milan'a elenen Lyon bu sefer şeytanın bacağını kırmaya çok yakın.Kendisine nispeten oldukça tecrübesiz rakibi karşısında avantajlı gördüğüm Lyon'un bu turu geçen taraf olacağını tahmin ediyorum,Bordeaux'da Diarra'nın kırmızı kart cezalısı olması da ayrıca dezavantaj.

BAYERN MUNCHEN-MANCHESTER UNITED:

İki takım hakkında da uzun uzun yazmaya gerek yok.Manchester son iki senenin finalisti ve bu sene Ronaldo ve Tevez'in ayrılmasıyla geçen seneye nispeten güç kaybetmiş gözüken kadrosuyla üst üste üçüncü finallerini arıyorlar.Rooney şüphesiz Manchester'ın bu eşleşmede ki en büyük kozu.Alman devi Bayern München ise en son 2001 yılında Valencia'yı penaltılarda yenerek kazandığı bu kupayı 9 sene sonra bir kez daha müzesine götürme peşinde.Bayern'de Robben'in performansının turun anahtarı olacağını düşünüyorum,bu eşleşmede Bayern'in tura yakın görüyorum.

ARSENAL-BARCELONA:

Benim için Fenerbahçe'den sonra gönül bağımın bulunduğu iki takımın mücadelesi olması açısından ayrı anlam teşkil ediyor.2006 yılında ki finalden sonra yeniden karşılaşacak iki takımda Henry mabedi olan Londra'ya,Fabregas ise ilk göz ağrısı Barcelona'ya geri dönüyor.Gönül tabi ki iki takımında finale yürümesini ister ama ne yazık ki turu geçen bir takım olacak ve mantığım o takımın Barcelona olacağını söylüyor.Arsenal'de Fabregas ve süpriz ama Bendtner'in,Barcelona'da ise tabi ki Messi'nin performansları belirleyici olacak.

INTER-CSKA MOSKOVA

Çeyrek Finallerin belki de favorisi en belirgin eşleşmesi.Mourinho yolunda yıllardır hayalinş kurduğu kupaya uzanma yolunda diğer eşleşmelere nispeten kolay bir kura çeken Inter,2002-2003 yılının Milan'la oynanan olaylı Yarı finlinden beri ilk kez Yarı Finale bu kadar yakın.Çeyrek Finale Beşiktaş'ın grubundan son anda ki sıçrayışıyla ikinci olarak çıkan Cska ise bu sefer sert kayaya çarpmışa benziyor.Gonzales,Ono,Dzagoev gibi oyuncularına güvenen Cska'nın en büyük kozu Krasic olacaktır.Inter'in en büyük kozu ise Wesley Sneijder'in ince pasları turun kaderini belli edecektir

SON OF GODZILLA




TEYZE:Sen kimin oğlusun bakam?

GODZİLLA JR:Godzilla'nın teyze.

TEYZE:Vıyy maşşallah aynı babası gurban olduğum(Godzilla Jr.un yanağını sık bir yandan)

MOTOROLA

ÇOK GARİP HAREKETLER BUNLAR



Sahada oynayan bir insada atılan bir yabancı maddenin cezası 2 maç seyircisiz iken,bir insanı tribünden atmak ya da atlamaya itmek 100.000 Türk lirası.Gerçi PFDK'nın hakkını da yemeyelim,insan hayatının bu kadar ucuz olduğu ülkemizde bir kişinin hayatı için biçilen 100.000 lira muazzam bir rakam.

Deniyor ki "Atlayan kişi alkollüyse biz ne yapalım" doğrudur olabilir peki sahaya yaralıyıcı madde atanlar alkollüyse biz ne yapalım demek mi doğrudur,hep bahanelerin arkasına saklanmak mı olay,Kadıköy'de ki Galatasaray maçında yardımcı hakemin başına x maddeyi atan bahaneler değildi,Diyarbakır Bursa maçında foto muhabirin gözünü yaralayanlar ya da İnönü de bir insanın hayatını alanlar bahaneler değil di,bizlerdik ama ne biz kendimizi değiştirebildik ne de değiştirmesi gerekenler gerekli cezaları verebildi...

Ben Fenerbahçe'liyim ve tabi ki yorumlarım Fenerbahçe'nin menfaatleri doğrulutusunda gelişecek ama bu körü körüne Fenerbahçe'yi savunacağım demek değildir,30 Ekim 2009 günü yazdığım Standart yazımda belirttiklerim bugün hala geçerliliğini koruyor ve orta da bir çifte standart olduğunu görmek için Fenerbahçe'li olmaya gerek bile yok ama olsun,bizim,senin ve onların bahaneleri var.Gönül isterdi ki ne her üç lig maçından birinde gördüğümüz olaylar olsun ne de kimse yaralansın ama bu ne yazık ki ülkemizin artık bir gerçeği(gerçeği haline getirdiğimiz),tek istediğimiz bu gerçeklikte verilen cezalarında gerçekçi olması,O ya da BU ayırt etmeden herkesin layığını bulması!

18 Mart 2010 Perşembe

FULHAM:4-JUVENTUS:1



Salı günü Avrupa da haftanın en çok merak edilen karşılaşması olan Chelsea-Inter maçını yayınlamayan Star'ın Poponu yiyim ayağıydı bence bugün yayınlanan Fulham-Juventus maçı.Aslında ilk maçta
Juve'nin aldığı 3-1'lik skorun maçı çekici kılan hiç bir yanı yoktu,lakin Star gene bir diziye önceliği vermiş olacak ki yayın akışını bozmayacak bir maç olan Fulham-Juventus maçını gecenin ilk maçlara oranla daha fazla merak edilen ve geç saatte başlayacak olan maçlarından Liverpool-Lille ya da Wolfsburg-Rubin Kazan(ilk maçı yayınladıkları için) maçlarına tercih etmişler.Bu dizi odaklı düşüncenin gecenin en büyük süprizinin yaşanacağı maçı seçmesi Star ve ekran başında ki bizler adına büyük şanstı.

Aslına maç tam da bahsettiğimiz çekiciliği ve haliyle heyecanı iyice düşürecek bir golle başladı.Henüz 3.dakika da Trezeguet Fulham ağlarını havalandırdığında ilk maçta kendi sahasında attığı 3 gole bir de deplasmanda attığı golü ekleyen Juve tur yolunda aslında her şeyi bitirecek adımı atmıştı,o andan sonra turu vermek mucizeyi gerçekleştirmekti ve o mucize gerçekleşti.Attığı golden sonra her şey Juve için ters gitmeye başladı ve maçın ilk kırılma anında İngiltere'de yoğun eleştirilere maruz kalan Zamora,Paul Konchesky'nin soldan yaptığı ortada Cannavaro'yu fiziksel üstünlüğünü iyi kullanarak ekarte etti ve skoru sadece 6 dakika sonra 1-1'e getirdi.Skor eşitliğini bulan Fulham sağdan Duff'ın etkili oyunuyla Juve kalesine gitmeye çalıştı ama Juve'li oyuncular bu dakikalarda Fulham rüzgarını iyi dindiriyordulardı fekat bu durum maçın ikinci ve en önemli kırılma anı olan 26. dakika da Cannavaro'nun Zamora'nın pasında defansın arkasına sarkan Macar oyuncu Zoltan Gera'yı düşürüp kırmızı kart görmesiyle son buldu.Zaten maçın 1-1'e geldiği anda 11'e 11 iken bile kendi yarı sahasında çıkmakta zorlanan Juventus bir de üstüne 10 kişi kalınca Fulham tarafından esen rüzgan fırtınaya döndü.38'de Davies'ın ve akabinde Etuhu'nun direkten dönen topları golün habercisiydi ki golde Fulham taraftarlarını fazla bekletmeden 40.dakika da Gera'nın ayağından geldi.Zamora'nın pasında içeri kaçan Davies topu içeride ki arkadaşı Gera'ya çevirdi,Gera'ya sadece dokunmak kaldı ve ilk yarı 2-1 Fulham'ın üstünlüğü ile sona erdi.



İkinci yarıya iki takımda aynı kadroyla çıktı,Juve'li oyuncular ilk yarı yediği tokatın etkisinden kurtulamamış olacak ki yarının hemen başında saçma sapan bir penaltı yaptılar.Diego'nun eline çarpan topta penaltı noktasını gösteren hakemin düdüğüyle vuruşu gole çeviren Gera durumları eşitleri.Bu dakikadan sonra atılcak bir Juve golüne Fulham'ın iki golle cevap vermesi gerekiyordu ama ne Juve'nin gol atacak hali vardı ne de Fulham'ın gol yiyecek.Bırakın orta sahayı geçmek orta yuvarlağa bile gitmekten aciz Juve'li oyuncular sadece Diego'nun ayağına,oyunun gidişatı düşünüldüğünde ise Diego'nun mucizesine bakıyorladı.Juve'nin bu bitik halini değerlendirmek isteyen Fulham hocası Roy Hodgson'ın Juve'yi bu kadar köşeye sıkıştırmışken elinden kaçırmak istemedi ve 71. dakika da bir defans oyuncusu olan Kelly'nin yerine geçen yaz Konfederasyon Kupasında finale çıkan Amerika'nın en dikkat çeken oyuncularından Amerika'lı forvet Dempsey'i oyuna sürdü.Ardı arkası gelmeyen Fulham ataklarında Davies'in,Gera'nın,Dempsey'in ve Zamora'nın Fulham'ı 4. gole yaklaştıran pozisyonlarında başarılı olan Antonio Chimenti 82.dakika da Dempsey'in ceza sahasının hemen sağından sol çapraza aşırttığı şandel topta çaresiz kalınca durum 4-1 geldi ve maç öncesi Fulham için çalan çanlar artık Juventus için çalıyorlardı.Gecenin finaline yakışır golden sonra Daum'dan görmeye alışık olduğumuz defans oyuncusu yerine forvet alma hamlesi İtalyan hoca Alberto Zaccheroni'den geldi.Grosso'nun yerine Del Piero'yu oyuna alan İtalyan teknik adam takımının 87 dakika boyunca girişimde bile bulunmadığı gole Del Piero'nun kalan 5 dakika muvaffak olmasını umdu kim bilir belki de diledi.Tabi ki Fulham'ın 85 dakika da mucizeye getirdiği turu o dakikadan sonra vermesi hayalden öteye gitmezdi ve Fulham Juventus'u 4-1 yenerek,geçen senenin şampiyonu bu senenin favorilerinden Shaktar Donetsk'ten sonra bir başka favori olan Juventus'u da eleyerek,biz futbol severlere güzel bir Perşembe gecesi yaşattı.



Günün kazananı Fulham ama elediği takım Juve ve bu gibi durumlarda eleştirilerin yönü büyük takım eksenli gelişir ve ben bu eksende Fenerbahçe ile dönem dönem çokça yanyana gelen bir cümleyi Juventus için soruyorum:Ne olacak bu Juventus'un hali?

15 Mart 2010 Pazartesi

CLARK/SUPERMAN

(500) DAYS OF SUMMER



500 Days of Summer ya da gene Türk çevirmenlerin elinden geçmiş haliyle Aşkın 500 Günü(he ulan he)."This is not a love story",1.gününden 500.gününe harika geçişler yapan ve sonunda farkına varacağımız bir gerçeklik sunan film bu cümle ile başlıyor,peki filme başlarken ben ve kardeşime şöyle bir bakalım...

1. Dakika:

Hiç bir şey yok, filmi izleyeceğiz ve her film izleyen gibi boş boş ekrana bakıyoruz...

96 Dakika Sonra:

Çağla:Abi ben ağlamak istiyorum ya...

Alengir:Ben de istiyorum ama erkek olduğum için ağlayamıyorum,gözlerim doldu ama ağlayamıyorum,çünkü erkeklik,çünkü ataerkil toplum...

Yaşadığımız kişisel geçiş belki film hakkında ufak bir ipucu vermiştir size.Vermediyse kısaca şöyle özetliyeyim iflah olmaz bir romantiğin,aşka inanmayan spontane takılmayı seven güzel bir kıza aşık olması,aşk sorgusu...

Filmi izledikten sonra sahile indim,bankta oturan bir kız vardı,dizlerini karnına çekmiş ve telefonda "Aşkım" diye hitap ettiği birisiyle konuşuyordu sonra bir çift vardı çocuk kıza galiba bir yalıyı gösteriyordu.Sonraları bankta oturan kız "Aşkım" dediği çocuğa belki hiçte hoş olmayan bir hitabı seçecek,birbirlerinin elini tutarak aidiyetlerini eyleme döken çift belki bırakın el ele tutuşmayı aynı oda da bile bulunmayı istemiyecekler ama o an için o insanlar birbiri için "doğru" ya da doğru olduğunu düşündükleri insanlar.İşte filmin esas çocuğu da bazı şeyleri bile bile o kişinin doğru insan olduğunu düşünüyor,doğru kişiyle paylaşılan güzel anılarda sevdiceğin güzel gelen gülümsemesi,hoş gözüken dizleri ya da konuşmadan önce dudaklarını yalaması gibi küçük ayrıntılar karp çarpıntısını hızlandırırken,artık birlikte paylaşılmayan zamanlar güzel olan gülümsemenin yerini yamuk bir ağız,hoş olan dizlerin yerini kemikli dizler alıyor konuşmadan önce yalanan dudaklar ise gereksiz bir ayrıntı olmaktan öteye gidemiyor.

Aşk filmi olmayan bir aşk filmi 500 Days Of Summer,sonunda doyuran,kıran,sevindiren bir nevi duygu kokteyli sunan.Zooey Deschanel'ı zaten The Hitchhiker's Guide to the Galaxy'de kenara yazmıştık bu filmde ayrı bir yazdık,hep bir yerleden hatırladığımız Joseph Gordon-Levitt'i de nihayet kesin olarak hatırlayabileceğimiz bir filmi oldu.Geçişleri zaten filmin başında övmüştük ama anlatımı es geçmeyelim,klişelerden olabildiğince uzak bir anlatım,haliyle insanı yormayan bir anlatım olmuş.Filmin müzikleri ise başka maceranın değil bu yazının konusu,öyleyse harikulade seçimler olduğunu belirteyim.Filmden sonra içinizde inanılmaz bir Regina Spektor ve The Smiths dinleme arzusu belirecek(tecrübe konuşuyor).

Nisan,Mayıs aylarının yaklaştığı ve haliyle gönül yaylarının gevşediği şu günlerde müthiş keyif veren bir film oldu 500 Days of Summer benim için,hazır Fenerbahçe'de zerre tad vermezken böyle daha fazla film izlemek lazım.İzleyin izlettirin,içinizde ki eskileri yad edin,şarap için ama şekil yapmayın,manitalara kesin ama laf atmayın,uzaklara bakın ama gözünüzü kısmayın...

Boy meets girl. Boy falls in love. Girl doesn't

13 Mart 2010 Cumartesi

KAHRAMANLAR SİNEMADA



Hem kendinizi sinemaya gönül vermiş sıkı bir çizgi roman okuyucusu olarak nitelendiriyorsunuz hem de Kahramanlar Sinemada'dan haberiniz olmadığını mı söylüyorsunuz,o zaman ben senin gönül verdiğini iddia ettiğin 7. sanattan,delikanlının harman olduğu yer olan çizgi roman okurlurluğundan şüphe ederim arkadaş,anca lafta varsın ha anca lafta.Şaka bir yana bilmeyenlere tanıtacağım bu muhteşem site Kahramanlar Sinemada'yı keşfetmem yaklaşık 1 sene öncesine dayanır,arkadaş ortamlarında artist artist Örümcek Adam'ın 4.sü çekilmeyecekmiş yeni ekiple baştan başlanacakmış,o izlediğiniz Wanted'mı,abi o grafik roman uyarlaması diye bit bit ötebilmem hep bu site sayesinde.

Sitenin sahibi gerçek hayatta da tanışmayı arzuladığım internet insanlarından Hakan Tunga Kalkan'ın sitenin Hakkımda kısmına yazmış olduğu açıklamadan bir bölümü koyuyorum ki site hakkında bir fikriniz olsun:

"Sinemayı seven ve çocukluğunda çizgi romanların arasında boğulana kadar vakit geçiren birisi olarak bu sayfayı yapmak benim için gerçekten büyük bir zevk. Günümüzde popüler olan süper kahraman filmlerinin eski tarihli yapımlarını tanıtmak sayfamın amaçlarının başında geliyor. Aynı zamanda gündemde yeralan süper kahraman film haberlerini de sizlere aktaracağım. Sayfanın içeriğinin belli bir konuda yoğunlaşmasını sağlamak için tüm kahramanlar yerine sadece süper kahramanlar tercih edilmiştir. Bu sebeple Zagor, Conan, Mandrake vb. kahramanları sayfada bulamayacaksınız. Ancak Superman, Spiderman, Batman, Iron Man, Hulk, Daredevil, Elektra ve daha birçok süper kahramana dair çok sayıda yazı sayfada sizleri bekliyor.

Amerika’da 1978 senesinde televizyonda gösterilen Örümcek Adam dizisini ülkemizde ancak 1983′den sonra sinemalarda seyredebilen bir kuşağın evladı olarak günümüzde gelinen nokta gerçekten memnuniyet verici. Filmler neredeyse tüm dünya ile aynı anda vizyona giriyor ve DVDleri de anında satışa çıkıyor. Ayrıca sinema ile ilgili istatistiksel bilgiler de daima ilgimi çekmiştir: “En çok hasılat yapan film hangisi? En yüksek bütçeye sahip film hangisi? vb.” Bu gibi soruların cevaplarını da sayfamda bulabileceksiniz."





Aşağıda bende süper kahraman sevgisinin başlamasına sebep olan Türkiye’de ilk çıkan Örümcek Adam çizgi romanının kapak resmi yeralmaktadır. Bu sayıyı aldığım günü daha dün gibi hatırlarım (aşağıdaki resim internetten alınmıştır). Ayrıca çocukluğumda bıkmadan beni süper kahraman filmlerini seyretmek için sinemaya götüren babam Temel Adni Kalkan’a çok teşekkür ederim.




Nevresim Takımı'nı da takip ettiğini öğrenip mutlu olduğum Hakan Tunga Kalkan'ın da çizgiye olan sevdasının benim gibi Örümcek Adam yolundan geçtiğini öğrenmek beni ayrıca mutlu etmiştir.Süper Sinema hakkında son haberleri öğrenebileceğiniz,en son fragmanların ve film afişlerinin yer aldığı,çok şahane ödüllü yarışmaların düzenlendiği siteye Kahramanlar Sinemada yazılarına tıklayarak ağ sallandırabilirsiniz.Gene sitenin Twitter sayfası için http://twitter.com/KahramanlaR yazısına,Facebook sayfasına ulaşmak için ise Kahramanlar Sinemada/Facebook yazısına tıklamanız yeterli...

Hadi tıklayıverip keyifli yazılarla keyifli saatler geçirin,teşekkürü sonra edersiniz,hadi Spaydi kaçar!

11 Mart 2010 Perşembe

WOLVERİNE



Her şeyin bir ilki vardır,bu kare de Wolverine efsanesinin başlangıcı.1974 senesine ait The Incredible Hulk 180.sayı Wolverine "If you really want to tangle with someone why not try you luck against The Wolverine!" diyerek okuyucuya,74'den 26 sene sonra da seyirciye merhaba demiştir,kestiği ve biçtiği adamlarla ve bilimum yaratıklarla demeye devam edecektir Kanada'lı kısa boylu geri vitesi olmayan ve gidere gider yapan delikanlı kahramanımız...

FENERBAHÇE:3-ZARECHIE ODINTSOVO:0



Aziz Yıldırım'ı ne kadar eleştirsekte Fenerbahçe'nin Spor Kulüplüğünü tescilleyen başarılı hamlelerini görmezden gelemeyiz.Rakiplerimize bile emsal olan hamlelerin yarattığı bu senenin en başarılı takımı Fenerbahçe Acıbadem emeklerin,emeklerinin,emeklerimizin karşılığını deplasmanda 3-0 yendiği Rusya'nın Zarechie Odintsovo takımını İstanbul'da da aynı skorla 3-0 yenerek İndesit Şampiyonlar Ligi'nde Final Four'a kalarak fazlasıyla veriyorlar.Büyük bir talihsizlik olmadığı takdirde de kupayı alarak Türk Voleybol tarihinin en büyük başarısına imza atacaklar.Fenerbahçe Futbol takımının her yaşattığı sinir ve stres dolu maçtan sonra yatıştırıcı etkisi yapan Melekler verdikleri sözü geçen seneki Barcelona'yı bile kıskandıracak bir dominasyonda,her maçı 3-0 alarak no-mağlup bir şekilde ligde ve Şampiyonlar Ligi'nde sadece toplam 3 set vererek gerçekleştirmek üzere,bu başarıda emeği geçen,bize bu başarıyı yaşama gururunu veren herkese teşekkürler,artık kupa Gamova'nın bir smacına,Naz'ın bir pasına,seyircinin bir tezahüratına bakar...

Maç sırasında kardeşimle aramda geçen bir diyalog ile yazıyı bitiriyorum:

ÇAĞLA: Abi bu Gamova kaç boyunda?
BEN: 2.2 .
ÇAĞLA:Off çok uzunmuş,sen onunla çıkarmydın?
BEN:Gamova kadar iyi oynasın Guiza'yla bile çıkarım lan!

TURHAN'A


TURHAN'A

çiz be turhan kara günün bağrını
kanata kanata çiz bıçak bıçak
çiz yiğidim çizeceğin her çizgi
sosyalizmin açık yolu olacak

ey benim çağımın dövüşken eri
çiz kazı kökünü yıkılsın geri
çiz daha çiz, tarihimin boş yeri
senin çelik kaleminle dolacak

daha güçlü daha güçlü çizgi at
her çizginin baş ucuna kurşun kat
pikasso ve nazım gibi şu sanat
dünyasında bil ki adın kalacak.

AŞIK İHSANİ


TURHAN SELÇUK:1922-2010

foto:PİSBURUN.NET

LOVE YOU


İçinde Antalya maçı geçen,Fenerblog'un anlatıldığı ve Oscar'ın değerlendirildiği dosya silindi...Olsun benim gene resimlerim var ve Indiana iyidir ama Han Solo Jones'i hava da uzayda yer...

O KEN İLE RYU AKİLLİ OLSUN AKİLLİ


En popüler dövüş oyunlarından biri olan Street Fighter’ın Nisan’da yayımlanacak olan IV. edisyonunda onuncu ve en tuhaf dövüşçü karakteri tanıtıldı. Kendisi turuncu derili ve mavi saçlı bir ‘pehlivan’!

Xbox360 ve PlayStation3 için 27 Nisan 2010’da yayınlanacak olan Super Street Fighter IV’ün yeni dövüşçü karakteri, Hakan adında bir ‘Türk’. Oldukça ‘kaygan’ bir dövüş tarzı olan Hakan, kendisini sık sık yağlıyor ve yer yer çayır güreşi hareketleri de kullanarak rakipleriyle dövüşüyor.

IGN oyun sitesinde yer alan habere göre, oyunun ana karakterleri olan Zangief ve Abel kadar cüsseli olan Hakan, ağır olmasına karşın yağlı ve kaygan vücudu sayesinde gayet mobil ve çevik olabiliyor. Göbeğinin üstünde kayarak düşmana girişiyor, ani dönüşler yapabiliyor, ayakları üzerinde kayabiliyor, rakibini yağlı kolları arasında sıkıp göğe fırlatıyor, yağlı bedeni etrafında döndürerek etkisiz hale getiriyor ve daha pek çok taktik uyguluyor.



NTVMSNBC'nin haberi böyle,Türkler olarak Street Fighter'a da girmiş oluyoruz,80 doğumlu gençlik(80 doğumlu olmaktan ve çocukluğunu 80 ve 90'larda geçirmekten nemalanmayacağıma and içerim) için,yani diğer bir deyişle atari salonlarında çocukluğunu geçiren ben gibi,biz gibi, Ken'i tutan Ryu'yu tutan,Dalsım'ı alıp uzaktan vuranlar için öte bir anlam barındıran haber,sokağa dökülesi,havaya sıkılası bir haber.Artık bizim de Hakan'ımız var,belki turuncu derili,belki mavi saçlı ama sorarım size hangimiz bir turuncu derili mavi saçlı Hakan değiliz.İşte bu başarılı lejyonerimiz Hakan'ın bir videosu:



...Gördüğünüz gibi Hakan gavurun beline beline vurup Türk'ün gücünü cümle aleme gösteriyor.Hakan'ın açtığı bu yoldan kahveden arkadaşlarını toplayan Cengizhan Lisesi 2. sınıf terk Cemil'lerin,Selim'lerin,Kadir'lerin geçmesi dileğiyle,sabırsızlıkla oyunu bekliyoruz bre pehlivane...

5 Mart 2010 Cuma

ENEEEE!


Bobiler'dem Mavio yapmış,ne iyi etmiş,güldürmüş hunharca!

BRIGITTE



İşi bilen,işini bilen adam Serge Gainsboug zamanında hem resimde ki Birgitte ablayı hem de Jane Birkin'i götürmüştür sanat sepet ayağına.Sanat ve ekmek ayrılmaz parçalardır elbette,nur içinde yatsın büyük adammış rahmetli!